MÜSLÜMANLIĞIN NERESİNDEYİZ? - Habib KARAÇORLU

MÜSLÜMANLIĞIN NERESİNDEYİZ?


Bosna-Hersek Müslümanlarının efsanevi lideri ve 20.yüzyılda yetişmiş İslam düşünürlerinden Aliya İzzet Begoviç İslam hakkında: “İslam, İslam’ın yaşanan halidir.” Demişti. Yani bu sözün mefhum-u muhalifini düşünecek olursak: İslam’ın yaşanmayan, sadece konuşulan yönü İslam’ın kendisi ya da gerçek İslam olarak kabul edilemez sonucuna ulaşabiliriz. Günümüz de İslam’ın yaşanmasından çok lafının edilmesi de biz çağdaş Müslümanların din konusunda ki en önemli çıkmazlarından biri olarak önümüzde durmaktadır. İslam’ı yaşamaktan çok konuşmayı adet edinmiş olan günümüz Müslümanları kendi Müslümanlığımızı hesaba çekmek yerine hep başkanlarını hesaba çeker olduk. Karşılaştığımız olumsuz davranışlar karşısında eleştirdiğimiz kimseler için : “Bu nasıl Müslümanlık?” diye sorgular olduk. Müslümanlığın sadece söz olarak ifade ve temsil edildiği alanlardan biri de sanal âlem oldu. Sanal âlemde öyle bir Müslümanlık sergiledik ki, artık sosyal medya ağlarında yer alan dini içerikli paylaşım ve görsel verilerin yoğunluğundan gına gelen bazılarımız çareyi artık bu ağlardan ya da bazı gruplardan ayrılmakta gördüler. “Hayırlı cumalar” ile başlayan bu paylaşımlar artık kandil tebrikleri, ayetler, hadisler, kelam-ı kibarlar, dualar, dini semboller ve resimler, beddualar, ilahiler, zikirler, vaazlar, nasihatler, tembihatlar, kıssalar, efsaneler ve daha birçok videolarla sürekli devam etmekte ve artık Müslümanları fazlasıyla meşgul etmektedir. Peki,  bütün bu paylaşım ve mesajlar dini yaşantımız, davranışlarımız ve ahlakımız üzerinde ne kadar olumlu bir etki meydana getirebilmektedir?

Tarih boyunca dini söylem, öğreti ve hükümleri istismar eden, ticari, siyasi ve sosyal alanda kendine sermaye edinen, çıkar vasıtası olarak kullanan veya hasım ve rakiplerini yıpratmak için bir soğuk savaş aracı haline getiren çok istismarcılar olmuştur. Hatta İslam düşmanları bile Müslümanları bölmek, parçalamak ve birbiriyle çatıştırmak için İslami değerleri alabildiğine kullanmış, kendilerine maske veya kalkan olarak kullanmışlardır. Dini pazarlayarak din üzerinden çıkar elde edenler her devirde olmuştur. Günümüzde de bu pazarlama işleri televizyon kanalları ve sosyal medya ağları üzerinden kolayca yapılmaktadır. Aslında İslam öyle onların pazarladığı gibi çok basit sembol, figür ve eylemler üzerine kurulmuş bir din değildir. İslam’ın birinci şartı olan kelime-i şehadet: “Allahtan başka İlah (güç, otorite, kanun koyucu, en çok sevilen, sayılan, ümit beslenen, korkulan, yalnızca kendisine kulluk yapılan) olmadığına ve Hazreti Muhammed (S.A.V.)’in O’nun Elçisi (O’nun adına dinini tebliğ eden, açıklayan, uygulamasını gösteren, hayatın tamamında örnek alınan) olduğunu bilmek, bildirmek ve buna tüm kalbiyle inanmaktır.

İslam’ın yani Müslüman olmanın ilk şartı olan Kelime-i Şehadet şartını ne kadar yerine getiriyor ve hayatımıza ne kadar uyguluyoruz dersiniz? Günlük hayatımızda Âlemlerin Rabbi olarak kabul ettiğimiz Yüce Allah’ın buyruk ve yasakları ile beşerin koyduğu buyruk ve yasaklardan birini tercih etmemiz gerektiğinde biz hangisini tercih ediyoruz? Biz:  “Ya Rabbi ben her ne kadar sana inansam da, beni yaratan, yaşatan, rızkımı veren, her şeye kadir olan, külli irade sahibi olan, öldüren, dirilten, hesaba çekecek olan, cennetle ödüllendiren, cehennemle cezalandıran yine sen olsan da ne yapayım realite olarak, konjonktür gereği sana değil, bu beşere (veya onun sistemine) itaat ediyorum, ona boyun eğiyorum, ondan korkuyorum,  sen beni affet” mi diyoruz? Yoksa,  Cenabı Allah’ın hükümlerine itaat ederek: Ya Rabbi ben ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım dilerim. Sen ne buyurmuşsan benim başım, gözüm üstüne. Ben sana sığınıyorum, ihtiyacımı sana arz ediyorum, sen her şeye kadirsin, benim Mevla’m, benim vekilim, benim yardımcım sensin, beni bağışla, dönüş ancak sanadır.” mı diyoruz? Kelime-i şehadetin manasını yerine getirmedikten sonra İslam’ın diğer şartları namaz, oruç, hac ve zekâtı hakkıyla yerine getirebilir miyiz acaba? Müslümanlık bizim yaşadığımız gibi çok mu kolaydır, cennet çok mu ucuzdur?

Kelime-i şehadetin manasına uygun şekilde hayat sürmeyenlerin, namazlarını bu bilinçle kılmayanların namazları ne durumdadır acaba? Rükünlerine riayet edilmeyen, huşuyla kılınmayan namazlarımız acaba melekler tarafından Cenabı Allah’a arz ediliyor mu? Yoksa tepemizin üzerinde kalıp yarın ahrette bir paçavra gibi suratımıza mı çarpılacak? Ramazan ayında kıldığımız hızlandırılmış teravih namazlarından kaçı acaba huzur-u ilahiye ulaştırıldı? Cemaatini namaz konusunda bilinçlendirmek yerine onların heva ve heveslerine uyarak jimnastik yapar gibi namaz kıldıran bazılarımız namazın ne demek olduğunun bilincine ne zaman sahip olacaklar? “Alelacele,  işyerlerinde nezih olmayan ortamlarda kıldığımız namazların vebalini kim yüklenecek?” Diye hiç düşündük mü? Ezan okunduğu halde hemen namaza başlamayıp ya da vakit ilerlediği halde işim var diye erteleyip vaktin çıkmasına çok az bir süre kıldığımız namazlar sevap olarak amel defterimize yazıldı mı acaba?  Yoksa, Allah muhafaza,  “Onlar namazlarından habersizdirler”  ilahi hükmünün muhataba mı olduk?

İbadet bilincine sahip olmak, kulluğun ne olduğunu idrak edebilmek için samimi ve dininde mazbut Müslümanlar olmalıyız. Tuttuğumuz oruçları sadece aç susuz kalarak değil tüm uzuvlarımızla; gözümüz, dilimiz, kulağımız, kalbimiz, zihnimiz, elimiz ve ayağımızla tutmalıyız ki gerçekte oruç tutmuş olalım. Oruç tutup, harama bakmak, gıybet etmek, gıybet dinlemek, incitici laf söylemek, sui zanda bulunmak, kin ve nefret beslemek, kötü şeyler düşünmek, elimiz ve ayağımızla harama yönelmek suretiyle tuttuğumuz orucu boşa çıkarmamalıyız. Ramazan ayına çok yaklaştığımız bugünlerde şimdiden manevi arınma için bedenimizi, zihnimizi ve ruhumuzu kötülüklere ve günahlara karşı karantina altına alalım. Allah’ın rızasının olmadığı boş ve faydasız işleri bırakalım. Küresel şeytani güçlerin bizi Allah’tan uzaklaştırmak icat ettiği televizyon programları, sosyal medya ağları ve zevk ve eğlence araçlarından çok uzakta duralım. Müslümanlığın kenarında veya kıyısında değil tam içinde olalım, kendimizi hesaba çekelim, nefsimizi tezkiye edelim, ruhumuzu arındıralım, huzura kavuşalım. Dünyanın aslında ahirete göre çok değersiz ve geçici olduğunu unutmayalım. Hedefimiz ve gayemiz cenneti kazanmak olsun. Cenneti kazanmak için de Rabbimizin rızasını kazanmaya çalışalım. Ya Rabbi gelecek Ramazan ayını senin rızana uygun şekilde yaşamayı bizlere nasip eyle! Bizi senin yolundan ayıracak her türlü şeytani hile ve oyunlardan da muhafaza eyle! Âmin.

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
02Tem
20Şub

Anormalle nasıl normalleşilecek?

27Ara
13Ara
27Eyl

Fahiş fiyatlar, faizler ve kurlar